• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
FIRAT PERVANE
firatpervane@hotmail.com
AHIR BAKIMI VE HAYVAN YETİŞTİRÇİLİĞİ
08/05/2011

Unutmayın! Yüksek kazanç, yüksek verimle sağlanır. Yüksek verim; kaliteli hayvan, iyi barınak, iyi bakım ve iyi besleme ile elde edilir.   

Neticede Siz kazanın, Ülkemiz kazansın. 

SÜT SIĞIRLARININ BESLENMESİ

Süt ineklerinin yemlenmesinde en önemli nokta süt verimi, canlı ağırlık ve sütteki yağ oranı göz önüne alınarak hesaplanan günlük besin maddeleri altında yemleme yapılmamasıdır. Süt veriminin normal seyretmesi verime göre yemlemeye bağlıdır. İhtiyacın altında yemleme verim düşüklüğüne neden olacağı gibi hayvanın sağlığının bozulmasına da neden olacaktır.Öte yandan ihtiyacın üzerinde yemleme boşa harcanmış para demektir.Yemlemede meydana gelecek aksaklıklar verim kaybına neden olacağı gibi daha sonra normal yemlemeye geçilse dahi süt verimi normale dönmeyebilir. Bu nedenle gelişme, gebelik, süt verimi ve kuruda kalma dönemlerinde doğru besleme yapılması üreticinin daima lehine olacaktır.

BUZAĞILARIN BAKIMI VE BESLEMESİ

Buzağının temiz ve hijyenik bir ortamda doğması gerekir. Doğumdan sonra anasının yalayıp kurutması gerekmektedir. Eğer bu gerçekleşmezse temiz kuru bir bezle buzağının temizlenip kurutulması gerekmektedir. Göbek kordonu tentürdiyotla dezenfekte edildikten sonra buzağı bölümüne alınıp ağız sütü içirilmelidir. Şayet anasından emzirilecekse memeler sabunlu su ile iyice yıkandıktan sonra emme yaptırılmalıdır.

Ağız sütünü doğumdan sonraki 1-2 sat içinde buzağı mutlaka emmelidir. Ağız sütü içen buzağı sağlam yapılı ve sağlıklı gelişir.Buzağı yemlemede temel prensip, temizlik ve zamanlamadır.

-Buzağılara verilen süt buzağının vücut ağırlığının onda birini geçmemelidir.

-Buzağıya verilen süt 36 dereceye kadar ısıtılıp ondan sonra içirilmelidir.

-Süt kapları ve emzikler kullanıldıktan sonra iyice yıkanıp temizlenmelidir.

-Aşırı süt içirme hemen ishale sebep olabilir, ishal görüldüğünde süt verilmeyip sadece ılık temiz su verilmelidir.

Buzağı maması, diğer bir deyişle ikame süt kullanılmasında, ilk iki hafta buzağı önce ağız sütünü daha sonra tam yağlı süt içmeli ikinci haftadan sonra ikame süte başlamalıdır.

Bir aylık buzağıya günde 700-900 gram buzağı başlangıç yemi verilmeli ilerleyen günlerde yem tüketimi arzulanan seviyeye gelince buzağı sütten kesilmelidir.

Buzağıya, yeteri kadar buzağı başlangıç yemi tüketinceye kadar kaba yem verilmemelidir. Gerekirse 8-10 haftalık yaşa kadar beklenmelidir.

GEBE İNEKLERİN BAKIM VE BESLEMESİ

Gebe ineğin ilk aylarında özel bir bakım gerekmez. Aşırı besleme fazla yarar getirmez ancak yetersiz besleme durumunda hayvan zarar görür.Gebeliğin son 2-3 ayında diğer hayvanlardan ayrılmalı ve yağlanmaya meydan verilmeyecek şekilde vücut formunu koruyacak ve buzağının normal gelişmesini sağlayacak şekilde kaliteli kaba yem ve ilave konsantre yemle beslenmelidir.

Bu dönemde yavru atma riskini azaltmak için bozuk, küflü ve gaz yapıcı yemlerden ve aşırı soğuk su vermekten kaçınılmalıdır.

Hava soğuksa doğumdan sonra ılık su verilmelidir. İneğin doğumu müteakip hemen sağılması bazen süt hummasına neden olabilir bu nedenle 3-4 gün ineğin sütü tamamen bitecek şekilde sağılmamalıdır. Eğer inek yattığı yerden kalkamıyorsa Veteriner Hekime baş vurulmalıdır.

SAĞMAL İNEKLERİN BAKIM VE BESLEMESİ

Süt ineklerinin günlük olarak yaşama payı için canlı ağırlıklarının 1/40 ı kadar kuru kaba yeme ihtiyaçları bulunmaktadır. Yaklaşık olarak 500 Kg canlı ağırlıktaki bir ineğin yıllık kuru kaba yem ihtiyacı 4 ton kuru yonca eş değerindeki çeşitli kaba yemlerden oluşur. Bu kaba yemler kuru veya sulu ( slaj) gibi yemlerden oluşabilir.

Yaşama payını yediği kaba yemlerden sağlayan ineğin süt verimi için ayrıca kesif yeme ihtiyacı bulunmaktadır. Vereceği her 2,5 Kg süt için 1 Kg konsantre yeme ihtiyaç duyar. Süt ve yem fiyatlarına göre yedirilecek yem ve elde edilecek süt çiftçi tarafından ayarlanmalıdır. Ekonomik olmadığı taktirde fazla yem yedirip süt almak çiftçinin zararına neden olur.

Karlı süt sığırcılığında verime göre yeterli beslemenin yanında ucuza üretilen yemlerle beslemekte önem arz etmektedir. Süt sığırcılığında temel prensip kaba yem üretiminin işletme arazilerinde üretilmesidir. Kaba yemin dışardan satın alınması süt maliyetlerini yükselteceğinden çiftçinin zarar etmesine neden olacaktır.

Süt maliyetini düşürmek için sulu kaba yem olan slajı rasyonlarda mutlaka kullanmak gerekir.

Sağmal ineklerde gıdalardaki kokular kolayca süte geçtiğinden, kokulu sulu yemler sağımdan sonra yedirilmelidir.

SAĞIMHANE

SIĞIR BESİCİLİĞİ

Sığırların et verimini artırmak için besi sığırcılığı yapılır. Besicilikte başarılı olmak için , hayvanın ırkı, yaşı, cinsiyeti, sağlığı ve görünüşü önemlidir.

Yerli ırklarımızın besi kabiliyeti düşüktür. Yerli ırk sığırlarımız kültür ırklarıyla melezlersek daha iyi sonuç alırız. Şarole gibi etçi ırklar , Holstein ve Montofon gibi ırkların melezlenmesinden elde edilen yavruların et tutma kabiliyetleri fazladır. Besiye alınan sığırlar kapalı ahırlarda, açık sistem ahırlarda yada merada beslenebilir. Genç hayvanlar yaşlılara göre daha iyi besi tutarlar. Kültür ırkları; 1-1.5 yaşında, yerli ırklar 2 yaşında besiye alınmalıdır.

Erkek hayvanlar, enenmiş ve dişi hayvanlara göre daha iyi beslenirler. Genellikle derin, geniş, uzun gövdeli, kısa boyunlu, küçük başlı geniş ve düz sırtlı ve uzun sağrılı hayvanlar besi için uygundur. Buna karşılık, hastalık dışında zayıf kalmış hayvanlarda besi için tercih edilebilir. Besiye alacağımız hayvanların ırk, yaş, cinsiyet ve ağırlık yönünden aynı özellikte olması yapacağımız beside bize kolaylıklar sağlar. Ayrıca besiye alınacak hayvanlar satın alındıktan sonra 7-10 gün başka yerde tecrit edilmeli, iç ve dış parazit yönünden mücadelenin yanı sıra aşılama, koruyucu tedavilere de önem verilmeli ve bir veteriner hekimin yardımına başvurulmalıdır. Ahıra alınan hayvanların bireysel özelliklerini takip edebilmek için her birine kulak numarası takılması, her birine ait verim kayıt defteri tutulması uygun olur. Bu kayıt defterinde hayvanın sağlık durumu, işletmeye geldiğinde ağırlığı, besi süresince göstermiş olduğu ağırlık artışı gibi bilgiler yer almalıdır. Böylece hayvanları daha iyi tanır gerekli işlemlerde daha başarılı olabiliriz. Besiye alınan hayvanları belli periyotlarda örneğin ayda bir ağırlıklarını ölçmeliyiz böylece besi tutmayanları ayırt ederek boş yere besleme önlenmiş olur.

Beslenme; Hayvanı beslemeye başlarken yeme alıştırmak gerekir. Bu amaçla konsantre yemden azar azar arttırarak verilmelidir. Canlı ağırlığın % 2-2,5 oranında kuru madde karşılığı yem tüketmesi (kaba yem+fabrika yemi) gerekmektedir. Yem miktarı ve yemin ne kadarı kaba ne kadarı kesif olacağı besi dönemine göre değişir. Pratik olarak besi başında % 70 kaba , % 30 kesif yem, daha sonraları % 30 kaba, % 70 kesif yem, semirtme döneminde % 10-15 kaba, %85-90 kesif yem verilmesi gerekir. Yaş pancar posası kullanılıyorsa canlı ağırlığın % 5’ini geçmemelidir.

Besi hayvanı 120 günden daha az sürede taze yem veya kesif yemle besleniyorsa, buna kısa süreli besi denir. Besleme süresi 120-220 gün arasında olursa buna orta süreli besi denir. Besleme süresi 220 günü geçerse buna da uzun süreli besi denir.

Besiye başlarken ne kadar süre de besi yapılacağı kararlaştırılıp ona göre besiye başlanmalıdır. Besi sonunda süreyi uzatıp kar azaltılmamalıdır.

Hayvanın her 100 kilo canlı ağırlığı için 1,5-2 kilo taze veya kesif yem verilir bu tür yemlemeye tam yemlemede denir. Bu tür yemlemeye başlarken hayvanlar yeme yavaş yavaş alıştırılmalıdır.10 gün sonra artık günlük yiyebilecekleri kadar bu yemden verilir. Böyle bir beside hayvanın önünde devamlı yem bulunur. Bu uygulamada ilk günlerde yem çok tüketiliyor gibi görünse de sonradan hayvan ihtiyacı kadar yem tüketir ve böylece hayvanlar çabucak et tutar.

Hayvanlar kesim çağına geldikleri zaman et fiyatları istenilen seviyede değil ise hayvanların besi durumlarını muhafaza etmek için kısıtlı besleme uygulamadır. Sığır başına 1-3 kilo taze veya kesif yem verilir.

Yemleme; Günde 2-3 kez yemleme yapılır.İlk yemleme sabah erken, son yemleme ise karanlık çökmeden yapılmalıdır. İkinci yemleme yapılacaksa bu öğle üzeri yapılmalıdır.

Besiye alınan hayvanlara verilecek rasyonda hayvanların günlük protein, enerji ve diğer temel gıda ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde, mümkün olduğunca çeşitli yemler bulunmalıdır. Bunlar buğday, arpa, mısır, kepek, pamuk tohumu küspesi veya ayçiçeği küspesi, kireç taşı, tuz, vitamin ve mineral karması olabilir. Bu besin maddelerinden hangisi elde bulunuyor ise bir Zooteknist Ziraat Mühendisi veya Veteriner Hekimin bilgisine müracaat edilerek bunlara göre hayvanın ihtiyacı olan yem rasyonu hazırlanır. Hayvan beslemede çok önemli yem silajdır. Silaj ve diğer hasıl bitkilerin silajları da kullanılabilir.

Geniş arazisi bulunmayan yetiştiriciler kesif yemin kaba yemden daha ucuz olduğu durumlarda kesif yem besisi uygulayabilirler. Bu tip beslemede bütün besi süresince yemlemede hayvanlara 1 kg. civarında kuru ot yanı sıra sadece kesif yem verilebilir.

Besiye alınan sığırlara kokuşmuş, küflenmiş yemler verilmemeli, içirilen su da taze ve temiz olmalıdır.

BARINAK SEÇİMİ

Sığır yetiştiriciliğinde en önemli çevre koşullarında birisi barınakların durumu ve uygun barınak tipi seçimidir. Bir hayvancılık tesisi kurarken üretim yapmayı düşünülen yörede üretilen ürünlerin (et-süt) uygun fiyatlarla ve kesintisiz olarak her an satabilecekmiyiz ? sorusuna cevap verilmesi gerekir. Bu soruya olumlu cevap verebiliyorsak ikinci aşamada yeterli kapasite miktarı belirlemek gerekir. Bunun içinde işletmenin yararlanacağı çayır mera varlığı ve kaba ve kesif yem üretim olanakları göz önünde bulundurulmalı, kapasite buna göre belirlenmelidir. Bir işletmenin giderlerinin % 65-70’i yem girdisi tutmaktadır. Bu durumda girdi maliyetlerini aşağıya çekmek işletmenin ekonomik üretim yapmasını sağlamak için yem üretimini işletmenin kendisinin gerçekleştirmesi gerekmektedir.

Barınak sistemi seçiminde etkili ve önemli faktörlerden birisi iklimdir. Besi için en uygun sıcaklık +4 C ila +24 C arasındadır. -20 C’nin altı ile +32 C’nin üstü ise arzu edilmeyen sıcaklıklardır. Süt inekçiliğinde ise sıcaklık +10 C ile +24 C arasındadır.

Bir diğer göz önüne alınması gereken unsurda sermaye miktarıdır. Sermayenin tümü barınak yapımına aktarılmamalı, barınak yaptıktan sonra işletme sermayesi içinde para gerekecektir. Onun için en ekonomik şartları sağlayan barınak tipi seçilmelidir.

Barınak tiplerini üçe ayırabiliriz.

1- Kapalı Sistem

2- Yarı Açık Sistem

3- Açık Sistem

Akdeniz, Ege, Marmara, Karadeniz, İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yarı açık sistem ve açık sistem seçilebilir. Ancak bu bölgelerin özellik arz eden sert iklim karakterli yörelerinde ve Doğu Anadolu Bölgesinde kapalı sistem tercih edilebilir.

Kapalı sistem barınakların bazı önemli sakıncaları vardır;

-Sabit bağlama ve hareketsizlik sığırın hastalıklara karşı direncini çoğaltır.

-Özellikle uzun süreli besilerde romatizmal eklem hastalıkları ve kemik bozuklukları şekillenir. Bu durum sığırın yem yemesini etkiler ve canlı ağırlık artış hızını yavaşlatır.

-Sığırların önünde otomatik suluk mevcut değilse su içmeleri kısıtlanır.

-Yaz aylarında sıcak bölgelerde besi yapma mümkün değildir.

Kapalı ve sabit duraklı ahırların bazı avantajları da vardır.

Bunlar;

-Bu tip ahırlarda sığırlar bağlandığından, sığırların kontrolü ve temizlik kolaydır.

-Her sığırın canlı ağırlığına göre hesap edilen yem miktarı kontrollü bir şekilde verilebilir.

-Sığır tamamen hareketsiz olduğundan karkasları daha fazla yağlı olur. Buna bağlı olarak ta et randımanları, serbest dolaşımlı ahırlarda beslenen sığırlara oranla 2-3 puan daha yüksek olur.

Açık sistemli barınakların da çok önemli avantajları vardır. Bu avantajlar şöyle sıralanabilir;

-Ahır yapımı için fazla yatırım gerektirmez. Kapalı ahırlara oranla en az %70 daha ucuza yapılabilir.

-İşçilik giderleri çok azdır.

-Bu sistemde yılın 12 ayı besi yapılabilir.

-Sığır sağlığına çok uygundur. Sığırlar hastalıklara dirençli olurlar. Sığırlarda tırnak uzamaları şekillenmez. Ayak ve eklem hastalıkları çok az görülür.

-Bu sistemde sığırlar yemleri iştahla yerler ve canlı ağırlık artış hızları daha fazla olur.

-Bu tip ahırlarda beslenmiş sığırların karkasları daha kaliteli olur.

-Karkasları aşırı yağlı değildir.

Açık sistemde kış soğuklarında hayvanın hastalanmasından korkulur. Ancak uygun besleme koşulları ile -17 Cde bile yeterli canlı ağırlık artışı sağlanabilir.  

Kapalı sistem ahır

Açık sistem ahır

  

                    

          HAYVANLARDA GÖRÜLEN HASTALIKLAR VE MÜCADELESİ

 KENELER

Keneler yoluyla bulaşan birçok hastalık mevcut olup, tüm dünyada gözlenir. Ancak, kendinizi ve ailenizi korumak için uygulayabileceğiniz önlemler bulunmaktadır. 

Keneler Nasıl Tanınır ve Nerelerde Bulunur?

Keneler otlak, çalılık ve kırsal alanlarda yaşayan küçük oval şekilli,  6-8 bacaklı, uçamayan, sıçrayamayan hayvanlardır. Hayvan ve insanların kanlarını emerek beslenirler ve bu sayede hastalıkları insanlara bulaştırabilirler.

Ülkemiz kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya sahiptir. Türlere göre değişmekle beraber kenelerin, küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından evcil memeli hayvanlara ve özellikle kuşlara devekuşlarına kadar geniş bir konakçı listesi mevcuttur.Kenelerin bazı türleri ve gelişim dönemleri gözle görülemeyecek kadar küçük olabilir; ancak, kenelerin tümü, kanla beslenebilecekleri hayvan ve bazen de insanların arayışı içerisindedir. Türlerine göre, keneler, farklı alanlarda ve özellikle ormanlık alanların yakınlarında bulunur. Kene bulaşık alanlardan yürürken veya çalılıklar gibi bulaşık bitkilere (sözgelimi, dökülmüş yapraklar ) sürtünürken keneler ile karşı karşıya kalınabilir. Keneler, memeli hayvanlar ve kuşlardan beslendiğinden, bu hayvanlar, kenelerin ve taşıdıkları hastalık etkenlerinin varlığının sürdürülmesinde önemli rol oynamaktadır.

Kene Isırmalarından Korunma

Bu nedenle kene mücadelesi önemlidir, fakat oldukça da zordur.

1. İnsanlar kenelerden uzak tutulabilir ise bulaş önlenebilir. Bu nedenle de mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınmak gerekir.

2. Kenelerin yoğun olabileceği çalı, çırpı ve gür ot bulunan alanlardan uzak durulmalı, bu gibi alanlara çıplak ayak yada kısa giysiler ile gidilmemelidir.

3. Bu alanlara av yada görev gereği gidenlerin lastik çizme giymeleri, pantolonlarının paçalarını çorap içine almaları,

4. Görevi nedeni ile risk grubunda yer alan kişilerin hayvan ve hasta insanların kan ve vücut sıvılarından korunmak için mutlaka eldiven, önlük, gözlük, maske v.b. giymeleri gerekmektedir.

5. Gerek insanları gerekse hayvanları kenelerden korumak için haşere kovucu ilaçlar (repellent) olarak bilinen böcek kaçıranlar dikkatli bir şekilde kullanılabilir. (Bunlar sıvı, losyon, krem, katı yağ veya aerosol şeklinde hazırlanan maddeler olup, cilde sürülerek veya elbiselere emdirilerek uygulanabilmektedir.)

6. Haşere kovucular hayvanların baş veya bacaklarına da uygulanabilir; ayrıca bu maddelerin emdirildiği plâstik şeritler, hayvanların kulaklarına veya boynuzlarına takılabilir.

7. Kenelerin bulunduğu alanlara gidildiği zaman vücut belli aralıklarla kene için aranmalıdır.

8. Vücuda yapışmış keneler uygun bir şekilde  kene ezilmeden, ağızdan veya başından tutularak bir cımbız veya pens yardımıyla sağa sola oynatarak alınmalıdır. Isırılan yer alkolle temizlenmelidir. Mümkünse kenenin tanı için alkolde saklanması uygun olur.

 

Kimler Risk Altındadır?

 Hastalık genellikle meslek hastalığı şeklinde karşımıza çıkar.

 Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar

  • Veteriner hekimler ve diğer yardımcı  sağlık personeli
  • Kasaplar
  • Mezbaha çalışanları
  • Sağlık personeli özellikle risk gurubudur.
  • Kamp ve piknik yapanlar, askerler ve korunmasız olarak yeşil alanlarda bulunanlar da risk altındadır.
  • Hayvancılıkla aktif olarak uğraşanlar.
  • Kurak meralarda dolaşanlar.

Keneler ile bulaşık Olan Bölgelere Girmekten Kaçının.  Kenelerin fazla bulunduğu yerlere ilişkin bilgileri, parklar ve yerel sağlık birimlerinden alabilirsiniz. Keneler ile bulaşık bir bölgede bulunmanız halinde, yolun ortasından yürüyün ve bitkilere değmekten kaçının. 

Açık Renkli Giysiler Giyin. Böylelikle, giysilerinizin üzerindeki keneleri kolaylıkla fark edebilirsiniz. Paçalarınızı çoraplarınızın içine sokarak, kenelerin pantolon paçalarınızdan içeri girmesini önleyin. Bazı keneler ayakkabıların ve hatta çorapların içine girebilir. Ayak ve topuklarınızı kene varlığı yönünden kontrol edin. 

Günlük Kene Kontrolü Yapın.  

Riskli bölgelerde dışarıya çıktıktan sonra, kendi bahçenize dahi çıkmış olsanız, vücudunuzu kene varlığı yönünden kontrol edin. Kene ile bulaşık olabilecek bölgelerden döndükten sonra, tüm vücudunuzu olası kene varlığı yönünden kontrol edin. El veya boy aynası kullanarak, vücudunuzun her yerini gözden geçirin ve gördüğünüz keneleri vücudunuzdan uzaklaştırın. Kene varlığı yönünden, kendinizde ve çocuklarınızda, özellikle aşağıda sıralanan vücut bölgelerini kontrol edin:  

  • Koltuk altı
  • Kulak içi ve çevresi
  • Göbek deliğinin içi
  • Dizlerin arkası
  • Saç ve kıllı bölgelerin içi ve çevresi
  • Bacak arası
  • Bel çevresi  

Çocuklarınızı Kontrol Edin. Kenelerin bulunabileceği bölgelerden döndüğünüzde, çocuklarınızın saçlarını ve yukarıda sıralanan bölgelerini kontrol edin. Çocuğunuzun vücudunda bulduğunuz keneleri uzaklaştırın. 

Giysilerinizi ve Ev Hayvanlarınızı Kene Varlığı Yönünden Kontrol Edin. Keneler, ev içerisine giysiler ve ev hayvanları yoluyla taşınabilir. Her ikisi de dikkatlice kontrol edilmeli ve kene bulunması halinde uzaklaştırılmalıdır. Giysilerin, yüksek ısıdaki bir kurutucuda tutulması etkin şekilde keneleri öldürür.  

Kenelerin Güvenli Bir Şekilde Uzaklaştırılması

Kenelerin, deriye tutunmalarından sonra, kısa bir süre içerisinde vücuttan uzaklaştırılmaları, kene yoluyla bulaşabilecek hastalıkların bulaşma olasılığını azaltır.

Hayvanlardan ve insanlardan keneleri güvenli bir şekilde uzaklaştırabilmek için aşağıda sıralanan önerileri yerine getirin.

  • Uzaklaştırma işlemi için ince uçlu cımbız kullanın ve kenenin vücut sıvılarıyla olası teması önlemek için eldiven giyin.
  • Keneyi, deriye yakın olduğu bölgeden kavrayın. Ağız parçalarının kopmasına ve deri içerisinde kalmasına neden olabileceğinden, keneyi bükmeyin ve sarsmayın.
  • Yavaşça ve nazik bir şekilde, keneyi, tüm vücut parçaları vücuttan uzaklaştırılıncaya dek, düz olarak çekin.
  • Kenenin uzaklaştırılmasından sonra, ellerinizi su ve sabunla (veya sabun bulunmaması halinde, alkol içeren el temizleyicileri ile) yıkayın. Kenenin ısırdığı bölgeyi, iyot çözeltisi gibi bir antiseptikle, alkolle veya deterjanlı su ile temizleyin.
  • Kızarıklık ve ateş gibi hastalık bulguları yönünden temkinli olun; böylesi bulgular gözlenmesi halinde hekime başvurun.

ŞAP HASTALIĞI

 

Şap hastalığı çift tırnaklı hayvanlarda akut seyreden, çok bulaşıcı viral bir hastalıktır. Büyük ekonomik kayıplara neden olması ve ülkeler arası hayvan ticaretini etkilemesi nedeniyle oldukça önemlidir.
Şap hastalığı, ülkemizde sığır, koyun ve keçilerde görülmektedir. Bunun yanında özellikle domuzlar için büyük tehlike oluşturmaktadır

  Şap hastalığına neden olan virüsün 7 serotipi mevcuttur. Ülkemizde A, O ve Asia I tipi şap hastalığı görüldüğünden bu serotiplere karşı mücadele programı yürütülmektedir.

    Şap virüsü güneş ışınları karşısında kısa zamanda ölür. Isıya dayanıksız olup, 37oC’de 12 saatte 85oC’de ise derhal ölür. Virüs karanlığı, kuruluğu ve soğuğu sever. Ülkemiz güneşli ve sıcak iklime sahip olması nedeniyle ve domuz yetiştiriciliğinin yok denecek kadar az olmasından dolayı şap hastalığı açısından avantajlıdır.

   Hastalık akla gelebilecek her türlü vasıta ile oldukça hızlı bir şekilde yayılır. Hasta hayvanlarla direkt temas eden hayvanlar hastalığa yakalanırlar. Hasta hayvan salyaları ile kontamine olmuş yem, nakil araçları, hayvan bakıcıları ve celepler hastalığın yayılmasında önemli rol oynar. Hasta hayvanın bir yerden başka bir yere nakledilmesi yayılmada en önemli faktördür.
    2-7 günlük inkübasyon süresi sonunda yüksek ateş, durgunluk, iştahsızlık ve süt veriminin düşmesi ile başlayan hastalık; 12-24 saat içinde ağız mukozasında, tırnak aralarında ve meme başlarında veziküller oluşmasına neden olur. Ağızda bol miktarda ip gibi uzayan salya ve hastalığa özgü karakteristik ağız şapırdatması görülür. Ağızda, tırnak aralarında ve memede oluşan veziküller 1-3 gün içinde yırtılır ve yerlerinde lezyonlar kalır, dil epiteli dökülür. Hayvanların tırnakları düşebilir. 

Alınacak Önlemler

A) Hastalık Görülmeden Önce :


1) Bakanlık programı gereği tüm büyükbaş hayvanlar ilkbahar ve sonbaharda olmak üzere iki defa koruyucu olarak aşılanmalıdır.

2) Veteriner Sağlık Raporsuz ve kontrolsüz hayvan alınmamalıdır. Yeni alınan hayvanlar 15 gün müşahede altında tutulduktan sonra sürüye katılmalıdır.

3) Hayvan bakıcıları başka ahırlara girmemelidir.

4)Ahır girişlerine dezenfeksiyon çukuru yaparak hayvanların ve bakıcıların giriş çıkşta dezenfekte edilmesini sağlamak.

 5)Mümkünse iş elbiselerini ahırda giyip çıkarmak.

 

6)Barınakları sıkça kireçlemek ve dezenfektanlarla yıkamak.(dezen,dezol)

B) Hastalık Çıktıktan Sonra :

1) Hastalık hiç vakit kaybedilmeden İl veya İlçe Müdürlüklerine yada en yakın Veteriner Hekime mutlaka ihbar edilmelidir.
2) Hastalar ve hastalıktan şüpheli hayvanlar derhal sürüden ayrılmalıdır.
3) Ahır dezenfekte edilmelidir.

  

ŞARBON HASTALIĞI 

   1-Şarbon nedir?

 Şarbon Bacillus anthracis isimli bakterinin sebep olduğu bir hastalıktır. Antraks ismiyle bilinen şarbon özellikle sığır, koyun, keçi ve deve gibi otçul memeli hayvanların bir hastalığı olmakla beraber insanlarda, diğer memelilerde ve bazı kuşlarda da görülebilmektedir.

2-Şarbon insanlara Nasıl Bulaşır?  

Şarbon insanlara 3 şekilde bulaşmakta ve bulaşma şekline göre isimlendirilmektedir.

a) Hasta hayvanlara, bunların dokularına, bu hayvanların kirlenmiş olduğu yerlere ve malzemelere temas sonucunda bakterinin bütünlüğü bozulmuş deriden girmesiyle deri şarbonu;

b) Şarbon mikrobuyla bulaşmış gıdaların özelliklede şarbonlu hayvanların etlerinin yenmesiyle veya ihtimal dahilinde de olsa şarbon sporları bulaşmış suların içilmesiyle bağırsak şarbonu;

c) Şarbon sporlarıyla bulaşık tozların veya hayvan tüylerinde ve kıllarında bulunabilen sporların solunması sonucunda da akciğer şarbonu oluşmaktadır. Şarbon hastalığında insandan insana bulaşma yoktur.

3-Şarbon daha Çok Kimlerde Görülür. Hastalığa herkes yakalanabilir. Ancak hayvancılıkla uğraşanlar, kasaplar, deri yün endüstrisinde çalışanlar, veteriner sağlık teknisyenleri ile veteriner hekimlerin hastalığa yakalanma ihtimali daha yüksektir.

4-Şarbonun Belirtileri Nelerdir?

Şarbon hastalığı, etkenin vücuda girmesinden itibaren yaklaşık 2-7 gün sonra ortaya çıkar. Belirtiler hastalığın klinik şekline göre değişir. Şarbon hastalığında dalak aşırı büyümüş, kanlı ve çamurumsu bir görünüm arz eder.

 a)Deri Şarbonu:Şarbon sporlarının deriden girdiği yerde, ilk önce böcek ısırığına benzer biçimde kabarık, kaşıntılı bir şişlik oluşur. Bu şişlik 1-2 gün içinde içi su dolu kabarcığa dönüşür ve daha sonra da ağrısız genellikle 1-3 santimetre genişliğinde, ortasında karekteristik siyah renkte ölü dokunun yer aldığı bir yara meydana gelir. Bundan ötürü deri şarbonu karakabarcık olarak da adlandırılır. Çoban çıbanı ismi ilede anılan deri şarbonunda ayrıca, yaranın bulunduğu bölgedeki lenf bezlerinde şişmeler görülebilir. Tedavi edilmeyen deri şarbonu vakalarının % 10-20 si ölümle sonuçlanabilir.

 

 

b) Bağırsak şarbonu: Bulantı kusma, iştahsızlık, ateş gibi belirtilerle başlar bunu karın ağrısı, kanlı kusma ve kanlı ishal izler. Daha sonra kan zehirlenmesi ve şok gelişerek ölüm meydana gelebilir. Bu tip şarbonda tedaviye başlansa dahi ölüm % 50 civarında dır.

c)Akciğer şarbonu: Soğuk algınlığına benzeyen belirtilerle başlar. Yüksek ateş ve titremeler görülür. Birkaç gün sonra ağır solunum güçlüğü ve şok gelişir. Hastalık genel olarak ölümle sonuçlanır

5-Şarbonun Tedavisi var mıdır?

Şarbonun tedavisi için etkili antibiyotikler vardır. Tedavinin başarılı olabilmesi için mümkün olan en kısa sürede tedaviye başlamak gerekir. Bu sebeple şarbonla ilgili yukarıda bahsedilen belirtiler görüldüğünde vakit kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması hayati öneme sahiptir.

 6-Şarbondan Korunmak İçin Neler yapılmalıdır.

Şarbonlu olduğundan şüphelenilen veya şarbondan ölen hayvanlar asla kesilmemeli ve yüzülmemelidir.

  • Şarbondan ölen hayvanlar mümkünse yakılarak imha edilmeli veya 2 metre derinliğinde çukurlar açılarak üzerine sönmemiş kireç dökülüp gömülmelidir.
  • Hasta hayvanların bulundukları yerler ve taşındıkları nakil vasıtaları temizlenmeli ve dezenfekte edilmelidir.
  • Hasta hayvanların temas ettiği yem maddeleri, altlıklar ve gübre gibi bulaşık materyaller yakılarak imha edilmelidir.
  • Hastalık şüphesiyle yetkili birimler tarafından konulan müşahede ve karantina süresi sona ermeden hayvanlar kesilmemeli ve etleri tüketilmemelidir.
  • Riskli bölgelerde , hayvanlar şarbona karşı her yıl düzenli olarak  aşılattırılmalıdır.

Asla Unutmayınız!

Yukarıda belirtilen korunma önlemlerine titizlikle uyulmaz ise havayla temas eden şarbon bakterisi, spor denilen dış ortama dayanıklı bir yapıya dönüştüğünden yıllarca (80 yıla kadar) hastalık yapabilme özelliğini sürdürür. Hayvanların bu bakterilere temasıyla da hastalık tekrar ortaya çıkar.

 

   Şarbon (anthrax) dan ölmüş hayvan. 

YANI KARA HASTALIĞI

 

   Yanıkara Hastalığı Nedeni : Hastalığın etkeni Clostridium chauvei adı verilen bir bakteridir. Bakteri sporlu olduğu için hastalık çıkan bölgede yıllarca yaşayabilir. Bu nedenle toprakta etkenin sporlarının bulunduğu çiftliklerde görülür. Bulaşma bakterinin sporlarının ağız yolu ile alınmasıyla gerçekleşir.Çoğunlukla 6-24 aylık döneede gözlenir. Ölüm oranı hemen hemen %100?dür.

  Yanıkara Hastalığı Belirtileri : Bazılarında aniden ölüm görülebilir. Şiddetli durgunluk, yüksek ateş, şiddetli topallık, vücudun değişik yerlerinde ağrılı şişlikler meydana gelir. Bu hayvanlar yanlışlıkla kesilmişse ağrılı şişlikler olan bölgenin etlerinin koyulaştığı, hatta siyahlaştığı dikkati çeker.

  Yanıkara Hastalığı Tedavi Yoları/ Sağaltım : Hastalığın ilk çıktığı yerlerde 4 aylıktan büyük sığırlar aşılanır. Hastalığın sık görüldüğü yerlerde 4-6 aylık dönemdekilerin aşılanması ve 1 yaşına geldikten sonra tekrarlanması gerekir. 

BUZAĞI SEPTİSEMİSİ (KOLİSEPTİSEMİ)

Halk arasında “Buzağı İshalleri” veya “Buzağı Septisemisi” olarak bilinen Kolibasillozis hastalığına buzağılarda doğumdan sonraki 2-10 gün arasında rastlanır. Her ülke ve işletmede rastlanabilen hastalığa E.coli denilen bir mikrop neden olur. Bu mikrop çevrede ve sağlam hayvanların bağırsaklarında her zaman bol miktarda bulunmaktadır. Hastalık daha çok, uygunsuz bakım ve beslenme koşulları nedeniyle direnci azalan buzağılarda ortaya çıkmaktadır. Direnci azalan buzağı, bu mikrobu solunum, ağız veya göbek kordonu yoluyla alır ve hastalanır.


Buzağıların direncini azaltan nedenler aşağıda sıralanmıştır.

1. Ahırın temiz olmaması,

2. Ahırın rutubetli, çok sıcak ya da soğuk olması,

3. Buzağının ağız sütünü içmemesi,

4. Buzağılara içirilen süt miktarının çok fazla olması,

5. Içirilen sütlerin soğuk yada bozuk olması,

6. Güç doğum, Kaynakwh webhatti.com:

7. Yeni doğan buzağılarla, yetişkinlerin birarada tutulması,

8. Mevsim durumu (Özellikle kış sonları ve ilkbahar başları)

Koli ishaline yakalanan buzağılarda belirtiler nelerdir? 

Klinik Bulguları ; 

 İlk hafta içinde görünen bulgular başlıca üç klinik formu gösterirler.


a) Mikrobun kana karışması ile seyreden form : Ani ölümler vardır. Hayvanlarda durgunluk zayıflık görülür, ishal yoktur.


b) Zehirlenme ile seyreden form: Bağırsakta E. Koli’ nin fazla üremesi sonucu zehirlenmeler görülür. Şok ve ani ölüm klinik bulgularıdır.


c) ishalle seyreden form: İlk üç hafta bu tarzda hastalanırlar. Dışkı çok sulu beyaz renkte bazen kanlı bir görünüm alır. Hayvanın arkası ve kuyruğu fazlaca kirlenmiştir. Gaita(dışkı)  fena kokulu ve köpüklüdür. Ateş başlangıçta yükselir. Hayvan su içmediğinden su kaybına bağlı problemler başlar. Tüyler ürpermiş ve gözler içeri çökmüştür. Ölüm 3-5 günde olur.

Hastalığın teşhisinde, doğumdan sonraki 3-5 gün içinde ortaya çıkan ishal olaylarına Buzağı Septisemisi (Kolibasillozis) denilebilir.

Ancak, diğer mikroplardan ileri gelen ishallerle karışmaması için laboratuvar teşhisine ihtiyaç vardır. Bu amaçla, ölen yavru buzağı mümkünse kokuşmadan laboratuvara gönderilmelidir.

Bazı hasta buzağılar, 5-10 gün içerisinde iyileşir. Bazıları ise, birden ağırlaşır ve en geç 6 saat içerisinde ölür. E. coli mikrobunun yerleşik olduğu ahırlarda her yıl hastalık çıkar.

Hastalıktan Korunma Yolları Nelerdir?

1. 1. Gebe sağmal ineklerin kuruya çıkarılması,

2. 2. Gebe ineklerin beslenmesine dikkat edilmesi (yeşil yem, kaliteli silaj, A vitamini takviyesi)

3. Güç doğumlarda veteriner hekime haber verilmesi,

4. Doğumun; temiz ve diğer hayvanlardan ayrı bir yerde yapılması,

5.Doğum sonrası, buzağıların temizlenmesi, kurulanması ve göbek kordonunun antiseptiklendikten (ilaçlandıktan) sonra bağlanması,

6. Ağız sütü buzağıyı hastalıklardan koruyucu maddeler taşıdığından çok gereklidir. Bu nedenle buzağının en kısa zamanda anasını emmesi sağlanmalıdır. Ilk 24 saat içinde 3-4 öğün ağız sütü mutlaka emzirilmelidir. Doğumdan sonraki 3 gün ağız sütüne devam edilmelidir. Buzağılar, suni yolla emzirilmelidir.

7.Yeni doğmuş buzağılar, emmeyi takiben anasından ayrılıp özel buzağı bölümlerine alınmalıdır. Özel buzağı bölümü; önce dezenfekte edilmeli (ilaçlanmalı), iyice havalandırılmalı, rutubetsiz olması sağlanmalı, temiz altlık sap serilmeli ve 5 günde bir mutlaka değiştirilmelidir.

8. Ahırda E.coli mikrobunun varlığı biliniyorsa, gebe inekler hamileliğin son iki ayı içinde bu mikroptan hazırlanmış aşılarla aşılanmalıdır. Eğer ana aşılanmamışsa, buzağıya doğar doğmaz E.coli mikrobu ile hazırlanmış antiserum koruyucu olarak uygulanmalıdır.

Ahırlardaki buzağı septisemisi (koliseptisemi) olayları, koruyucu uygulamaya rağmen önlenemiyorsa, veteriner hekim kontrolünde veya laboratuvardan alınan antibiyogram (test) sonucuna göre antibiyotik uygulanabilir. Ancak, antibiyotik uygulaması en son başvurulması gereken kötü bir çaredir. 

 Bruselloszis (Bulaşıcı Yavru Atma Hastalığı)
               
Sığırlarda her yıl yavru atımı sebebiyle yüklü miktarda ekonomik kayıplar olmaktadır. Bu durum yetiştiriciler ve ülkemiz açısından büyük zarar anlamına gelmektedir.

 Hastalık mikropla bulaşık atık yavru, yavru zarı ve sıvıların hayvan yemlerine, mera otlak ve içme sularına karışması ile hayvanlara bulaşmaktadır. Hastalığa yakalanmış hayvanlar süt, idrar vb. durumlar ile çevreye bol miktarda mikrop saçarlar ve hastalığın yayılmasına sebep olurlar.
Hastalık yavru atılıncaya kadar anlaşılmaz. Yavruyu 6-7-8. aylarda atmaları en belirgin bulgularıdır. 

Hastalığın Yayılmasını Önlemek İçin Şu Hususlara Dikkat Edilmesi Gerekir
a. Hastalık hakkında yeterli bilgiye sahip olunmalı.
b. Hasta hayvanlar sürü ahırdan ayrılarak 3-4 hafta başka bir yerde tutulması gerekmektedir.
c. Hasta hayvanların mikrop yayma olasılığını hesaba katarak önceki ahırların temizlenerek ilaçla dezenfekte edilmesi lazımdır.
d. Dişi buzağılar ilk olarak 3-8 aylıkken daha sonra senede bir Brusella aşısı ile aşılanmalıdır.


Hastalığın Teşhisi:

 Atık yavru ve yavru zarının mümkün olduğu hallerde taze ve bütün olarak laboratuvarlara gönderilmesi ve hayvanlardan alınan kanların muayenesi ile teşhis mümkündür.


Yukarıda tanıtmaya çalıştığımız yavru atma hastalığı insanlar içinde tehlikelidir. Hastalıklı hayvanların çiğ sütleri, mikroplu sütlerden yapılan peynir, tereyağı ve krema gibi gıdaların yenilmesi ile de insanlara bulaşmaktadır. İnsanlarda dalgalı ateş, terleme, halsizlik, uykusuzluk, iştahsızlık, baş ve eklem ağrıları görülür. Hastalığa yakalanan kişiler hemen bir hekime başvurmalıdırlar. Hastalıktan korunmak için süt ürünleri hazırlanmadan önce kaynatılmalı ve böylece bulaşık mikropların öldürülmesi sağlanmalıdır.

Mastitis(Meme İltihabı)

            

Mastitis, süt veren bir ineğin meme dokusunun iltihaplanmasıdır. Süt verimine ve sütün yapısına etki eden bir hastalıktır. Hızlı ilerleyen mastitislerde memelerde şişlik, kızarıklık ve ağrı görülür.

 Süt kanlı, pıhtılı ve bulanık gürünüşlüdür.

Hastalığı oluşturan faktörler; mikroorganizmalar, süt ineğine ait sebepler ve çevre koşullarıdır. Ahırlar kalabalık, altlıklar pis ve hayvanın meme başı yaralanmışsa mikroplar girer çoğalır ve hastalığı oluşturur. Sarkık memeler, süt verimi yüksek hayvanlar, güç sağılan hayvanların memesi tam sağılmadığından mastitis sık görülür.
 

Hastalıktan korunma ve tedavisi:


Mastitisten korunmanın en etkili yolu temizliktir. Sağım önü ve sonrası meme iyice yıkanmalıdır. Yerler kuru ve temiz olmalıdır. Makine ile sağım yapılacaksa sağım başlıkları memeye iyice takılmalıdır. Sağım makinelerinin temizliğinin iyi yapılması gerekmektedir.

Tedavi ise veteriner hekimin verdiği uygun bir antibiyotiğin uygun doz ve zamanda uygulanmasıyla mümkündür. Tedavi esnasındaki sağılan sütler antibiyotikli olduğu için tüketilmemelidir.Gecikmiş müdahalede tedavi cevap vermeye bilir fakat nadiren sonraki doğumda düzelme görülebilir. 

Süt Humması(Hipokalsemi-Paresiz Puerperalis)
        
 Doğumu takiben birkaç gün içinde yada hemen doğum sırasında süt ineklerinde görülür. Özellikle süt verimi yüksek hayvanlarda daha fazla görülür.
Belirtileri:  

Nedenleri:
- Süt veriminin artması sonucu metabolik ihtiyaçların karşılanamaması,
- Kurudaki yetersiz beslenme,
- Yavru atma,
-Kurudaki inekler beslenirken yemlerle fazla miktarda kalsiyum verilmesi kalsiyum metabolizmasının tembelleşmesine neden olur ve doğumdan sonraki kalsiyum ihtiyacı karşılanamaz. 

Başlangıçta iştah kesilir, hayvan titrer, arka bacaklarını bükemez sallantılı yürür. İkinci aşamada hayvan bilincini yitirir, inleme görülür, boyun kaslarında kasılma olur, beden ısısı normalin altına düşer, nabız yükselir, hayvan göğüs ve karın üzerine yatar ve bütün bunların sonucunda komaya girer.

 Tedavi:  

Acilen bir veteriner hekime başvurulmalıdır.Kalsiyum fosfor takviyesi yapılmalı.  

Doğum Öncesi Felci (doğum Öncesi Parapleji)

Doğumdan önceki haftalarda görülür.

Nedenleri: Kalsiyum ve fosfor metabolizmasındaki bozukluklar.

Belirtileri: Hayvan normal görünür fakat ayağa kalkamaz.

Tedavi: Tedavisi mümkündür. Acilen bir veteriner hekime başvurulmalı. 

BOTULİSMUS (TOXİSCHE BULBAERPARALYSE)

  Botulismus; clostridium botulinium isimli mkroorganizmanın çıkardığı nörotrop özellikteki toksinler tarafından meydana getirilen; dil, çiğneme, yutma ve iskelet kaslarında felç semptomlarıyla karakterize bir intoksikasyon dur. Kanatlı hayvanlar, bizon, sığır, koyun ve atlar toksine duyarlı olmasına karşın, domuz, köpek ve kedilerde duyarlılık daha azdır.

 Etiyoloji:

   Clostridium botulinum doğada çok yaygın olarak bulunan, sporlu, gram pozitif bir mikroorganizmadır. Anaerop ve alkali ortamda, kokuşma durumunda bulunan organik maddeler içinde (kadavra, kokuşmuş, bozulmuş, çürümeye yüz tutmuş silaj ve benzeri yiyecekler), çeşitli yem ve sularda ve lağım sularında etkenin vejatif formları hızla çoğalarak protein niteliğinde ekzotoksin salgılarlar.

   Cl. botulinum'un başlıca 7 tip ana toksini (A,B,C,D,E,F, ve  Cl parabotulinum) ve bunların alt tipi toksinleri bilinmektedir. Bunlardan sığırlarda hastalık yapanlar C ve D tipleridir.

   Protein ve mineral madde eksikliği bulunan hayvanlar (özellikle fosfor) , merada rastladıkları kadavra artığı kemik ve benzeri maddeleri yiyebilir (pica sonucu), toksinlere bulaşık suları içebilirler. Toprağı fosfor bakımından fakir olan bölgelerde (Trakya bölgesinde) Botulismus olayları daha çok görülmektedir. Hastalığa en fazla yaz sonu ve sonbahar aylarında rastlanır.

 Patogenez:

   Hastalığın patogenezi şimdiye kadar tam anlaşılmamıştır. Yiyeceklerde alınan nörotrop toksinler sindirim kanalından rezorbe edilerek sinir sistemine ulaşır, hayvanda toksinlerin alınmasından sonra birkaç saat ile birkaç gün içinde hastalık belirtileri ortaya çıkar. Hastalığın şiddeti ve seyri, alınan toksinin miktarına ve hayvan türünün duyarlılığına göre değişir. Toksinler, ganglion sinapslarında ve kaslardaki motorik plaklarda asetilkolin salgılanmasını durdurmak suretiyle felçlere yol açar. Ayrıca, damar geçirgenliğini de etkilediklerinden ödem ve kanamalara neden olurlar.

 Hastalık belirtileri:

  • Hastalıkta kuluçka süresi 2 – 6 gündür.

  • En belirgin semptomu Bulber paralizidir.

  • Çiğneme ve yutma hareketlerini güçlükle yapar zorlanır.

  • Dil, masseter ve yutak kasları gevşer.

  • Su içemez

  • Ağzı kolay açılır ve içerde yutulamayan yemler görünür.

  • Salivasyon görülür.

  • Göz kapakları düşer ve pupiller refleks azalır.

  • Yürüyüş sallantılıdır, yere düşer.

  • Yattıkları yerde hipokalsemi olayında olduğu gibi başı bir yana dayayarak komaya girebilir.

  • Dışkı sulu kıvamdadır.

  • Olayların % 30 – 50’sinde idrarda proteinürie ve glkozurie görülür.

  • Mortalite % 90 – 95 dolayındadır.

  • Otopsi:

       Otopside, organlarda makroskopik ve mikroskobik patogonomik değişiklikler bulunmaz. Ölen sığırlarda omasum içeriği tamamen kurumuş ve sertleşmiştir. Hafif kataral enteritis, akciğer ödemi, kalpte ve seröz zarlarda hemorojik kanamalar gözlenir. Ayrıca, beyinde perivasküler kanamalar ve purkinje hücrelerinde parçalanma oluşmaktadır.

     Tanı ve Ayırıcı Tanı:

       Klinik bulgulara göre Botulismus’tan kuşku duyulur. Alınacak tam bir anemnez tanıda oldukça yararlı ipuçları verir. Hastaların bulundukları yerlerdeki yem ve sularda, ölmüş, kokuşmuş kedi veya fare bulunması tanıda büyük kolaylık sağlar.

     Karıştığı hastalıklar:

    • Kuduz’un paralitik formu

    • Yalancı kuduz

    • Buss disease (sporadik beyin ve omurilik yangısı)

    • Listerioz

    • Ensefalomalasi

    • Kurşun zehirlenmesi

    • Selenyum ve Hidrosiyanik asit zehirlenmesi

     Sağaltım:

    • Çok güçtür. Semptomlar görüldüğü andan itibaren en yakın veteriner hekiminize danışınız. Erken teşhis çok önemlidir.

    • Hastalığın yeni başladığı dönemlerde antitoksik serum uygulaması yararlı olabilir.

    • Sığırı rumen sondası ve rumen füstülü ile beslenmeye çalışılır.

    • Toksinlerin etkisini azaltmak için 5 – 10 lt su içine 60 – 80 ml laktik asit içirilir.

    • Paranteral glukoz ve elektrolit uygulanır.

    • Kolinesterazın etkisini durdurmak amacıyla hayvana 100 – 150 mg Prostigmin i.m. enjekte edilir.

     Koruma:

    • Hastalıktan korunmak için sığırlarda pica’ya yol açabilecek tüm beslenme bozukluklarının düzeltilmesi gerekir. Mümkün olduğunca meralardaki kadavralar ortadan kaldırılıp gömülmelidir.

    • Yurdumuzda Cl. Botulinum tip C ve D’ye karşı hazırlanmış bivalan toksoid aşılar kullanılmaktadır. Bu aşıdan sığırlara 14 gün arayla 2 kez ve 10’ar ml verilir, hastalığa karşı oluşan bağışıklık 6 ay sürmektedir.

    • Botulismuslu hayvanların etlerini tüketmek sakıncalıdır.

AKUT RUMEN ASİDOZU (ACİDOSİS İNGESTA RUMUNİS ACUTA, LACTASİDOSE)

   Ruminantlar tarafından kolay fermente olabilir karbonhidratça zengin yemlerin aniden ve aşırı miktarlarda alınmasından sonra ortaya çıkan, rumen içeriği pH’ sının normalin altına düşmesiyle karakterize alimenter bir indigesyondur.

   Akut rumen asidozu, ön midelerde laktik asit sentezinin artışı nedeniyle tüm organizmayı etkileyen rumendeki mikrobiyel fermantasyon bozukluğunu gösterir.

   Halk arasında  "Tohmalama" veya "Hamurlama" gibi isimlerle bilinen hastalık sığır ve koyunlarda yaygın olarak görülmektedir. Ayrıca keçilerde de görüldüğü bildirilmektedir.

 Etiyoloji:

  • Kolay hazmolabilir karbonhidratça zengin yemlerin (hububat taneleri, un, ekmek, değirmen artıkları, kepek, şeker pancarı, patates, melas, elma, üzüm, pasta ve bira mayası artıkları, şekerli su, pekmez vs) aniden ve bol miktarda yedirilmesi veya hayvanların bunları kaza eseri olarak yemesi.
  • Enerjice fakir ve sellulozca zengin bir rasyondan, enerjice zengin ve kaba lifce fakir bir rasyona ani geçiş (normal ihtiyaç halinde bile). Ör., fazla konsantre yem almaya alışık olmayan hayvanların satın alınmasından sonra bolca konsantre yem verilmesi.
  • Uzun süre aç kalan hayvanlara enerjice zengin rasyonların verilmesi.
  • Hayvanların kısa süreli aç bırakılmaları ve daha sonra enerjice zengin yemlerin verilmesi. Ör. Hafta sonlarında aç bırakılmaları ve hafta başlangıcında enerjice zengin yemlerin bolca verilmesi (“Monday morning disease”).
  • Aşırı tahıl alınmasını gerektiren beslenmelerde yem miktarı ve dağılım tekniklerindeki hatalar (Kötü kaliteli kaba yem verildiğinde yoğunlaştırılmış yemin seçilerek yenmesi, özellikle yeni sağılan süt verimi yüksek ineklere günlük konsantre yemin birkaç öğüne dağıtılarak verilmemesi)
  • Öğütülmüş tahılların verilmesi, özellikle hayvanların un ambarlarına girmesi.
  • Peletlenmiş veya öğütülmüş yem maddelerinin bolca ve tek taraflı verilmesi.
  • Bol yoğunlaştırılmış yemle birlikte sadece saman verilmesi.
  • Hasat edilmiş tahıl ve şeker pancarı tarlalarında hayvanların otlatılması.
  • Ruminantlara kg canlı ağırlığa 20 gr glikoz verildiğinde eksperimental olarak rumen asidozisi oluşturulabilir.
  • Koyunlar vücut ağırlıklarına göre sığırlardan daha fazla kolay hazım olabilir karbonhidratları rumen asidozisi şekillenmeksizin yiyebilirler.
  • Rumen asidozisi, bilhassa besi sığırlarında ve anıza salınan veya yem ambarlarına giren koyunlarda görülür. Hayvanların ferdi hassasiyetleri de önemlidir. Aynı yemi yiyen ve aynı çevre şartlarında bulunan hayvanlardan bazıları hastalanmadığı halde bazıları şiddetli derecelerde hastalanabilir.
  • Hayvanların enerjice zengin bir rasyona tedricen alıştırılması, genellikle akut rumen asidozisi oluşumunu engeller.
  • Kolay sindirilebilir karbonhidratça zengin yemler aniden bol miktarda yendiğinde rumen ve retikulum mikroflorasının terkibi birkaç saat içinde önemli ölçüde değişikliğe uğrar. Selulolitik bakterilerin yerini sakkarolitik ve amilolitik bakteriler alır. Bu bakterilerin aşırı biyolojik aktiviteleri sayesinde nişasta hızla hidrolize olur ve hekzos parçalanır (Emden-Meyerhof yoluyla). Aşırı miktarlarda uçucu yağ asitleri (asetik asit, propiyonik asit ve butirik asit) sentezlenir ve rumende serbest hidrojen iyonları artar. Yani akut rumen asidozunun bu ilk gelişim safhasında uçucu yağ asitleri konsantrasyonu artar ve molar proportion değişikliği oluşur, rumen pH değeri düşer.
  • Rumen pH değeri düştüğü için metanogen bakteriler ve protozoonların hızla azalması ve laktat sentezleyenlerin (Streptococcus bovis, lactobasiller) çoğalması sonucu fazla miktarda laktik asit sentezlenir. Laktik asit konsantrasyonunun artışı (koyunlarda 1600 mg/ml’ye kadar) laktat değerlendiren mikroorganizmaların kapasitesini aşar. Zira rumen pH değerinin düşüşü ve rumen osmolaritesinin yükselişi laktat değerlendiren mikroorganizmaların artışını azaltır. Laktat değerlendiren mikroorganizmaların artışının yeterince olmaması rumende laktik asit akumulasyonuna neden olur (110–330 mmol/l). Bu fermantasyon olayları tamamiyle laktik asit fermantasyonu şeklindedir.
  • Uçucu yağ asitlerinin rumen duvarından hızla rezorbe edilmesine mukabil laktik asit çok yavaş rezorbe olur. Bu da rumen içeriğinin tüm asiditesinin artmasına, Ozmotik basıncının yükselmesine ve pH değerinin daha da düşmesine (5’in altına) neden olur.
  • Protozoonlar, pH değişikliklerine çok duyarlı olduklarından pH değeri 5’in altında olduğunda sayıları önemli derecede azalır, hatta tamamen telef olurlar (Protozoon sayısı fazla olursa rumende yağ asitleri konsantrasyonu artışını ve rumen asidozisi oluşumunu engeller).
  • Akut rumen asidozisinin bu 2. fazında organizmada çok sayıda patofizyolojik bozukluk oluşur. Yani şimdiye kadar rumende sınırlı olan olaylar genel bir karakter kazanır.
  • Organizma, tampon sistemleri yardımıyla bu asit ortamı normalleştirmeye çalışır. Bu amaçla önce salya sekresyonu ve salya aktivitesi artar. Bu yeterli olmazsa kan ve diğer vücut sıvılarından rumene doğru (rumen duvarı yoluyla)  yoğun bir sıvı-elektrolit akımı başlar. Bu arada salya sekresyonu azalır ve salyanın pH’sı düşer. Rumende sıvı miktarı artar (rumen içeriği sulanır) ve rumen iyice dolgun bir hal alır. Bu olaylar su alımının azalmasıyla komplike olarak  kan sıvısı ve diğer vücut sıvılarının azalmasına neden olur, bütün vücutta dehidrasyon (ileri devrelerde eksikkozis) şekillenir, hematokrit değer yükselir, deri elastikiyeti azalır, Bulbus oculi orbita çukurluğuna düşer,  oliguri (anüriye kadar) oluşur.
  • Bu arada düşük rumen pH’sı normale çıkmamışsa asidorezistans bakteriler hariç tüm diğer bakteriler ve protozoonlar tahrip olur. Mikroflora ve faunanın biyolojik dengesi alt üst olur ve rumende anormal metabolizma artıkları açığa çıkar. Rumende oluşan toksik maddeler  (D-Laktik asit, histamin, tyramin, tryptamin, etanol, bakteriyel endotoksinler, metanol) patojenetik önemli röl oynarlar.  Laktik asit izomerleri rumenden rezorbe olarak belirgin şekilde hiperlaktemi ve pruvatemi’ye neden olur (buna karşı alkali rezervi ve tiamin miktarları azalır ). Zira laktat eliminasyonu (böbrekler) sınırlanır ve laktat değişiminin (karaciğer) teşviki aşırı yük getirir.
  • Ayrıa D-Laktik asit izomeri çok yavaş metabolize olur (Rumen bakterileri hem D(-), hem de L(+) laktik asit üretir. Zamanla D -Laktik asit miktarı artar. Bu izomer ruminantlar tarafından çok yavaş metabolize olur ve ilerleyen asidoza neden olur. Buna karşı L-İzomer ve uçucu yağ asitleri hızla metabolize olur ve kan dolaşımından uzaklaştırılır.)
  • Hiperlaktemi laktik asit asidozuna yolaçar. Sıvı-elektrolit dengesinin bozulması nedeniyle asit-baz dengesinin genel mekanizması sınırlandığı için hızla dekompanze metabolik asidoz (kan pH değeri < 7.25, baz miktarı < -10 mmol/l) oluşur. Direkt olarak oluşan intrasellüler asidoz diğer metabolik değişiklikleri (enerji metabolizması, selluler solunum, mineral madde metabolizması) etkiler. Bunun sonucu hiperkalsemi, hiperfosfatemi, hiperkalemi, hiperkloremi, hiperproteinemi, hiponatremi, azotemi ve hipoksemi saptanabilir.
  • Asitlerin ve muhtemelen histamin ve benzerlerinin lokal tahriş edici etkilerine bağlı olarak mide-bağırsak kanalında önce yangılar (ruminitis,abomasitis, enteritis) oluşur, daha sonra erosion ve ülserlere dönüşür (Klinik olarak anoreksi gelişir, ruminasyon durur ve ishal oluşur). Bu sayede toksik maddelerin rezorbsiyonu daha da artar ve genel otoentoksikasyon gelişimi kolaylaşır, çeşitli parankimatöz organlarda (karaciğer, kalp ve böbrekler) yangı ve degenerasyonlar oluşur. Rumen mukozasındaki lezyonlardan, özellikle nekroz (Fusobacterium necrophorum) ve irin bakterileri vücuda nüfuz ederek  metastaz yoluyla karaciğerde apselere yolaçarlar.
  • Sonuçta hayvanlar kalp-dolaşım ve parankimatöz organların yetmezliği ile intoksikasyon sonucu ölürler.

 Hastalığın Belirtileri:

  • Klinik bulgular alınan yemin cinsi ve miktarına, yem alımından sonra geçen süreye ve individuel faktörlere bağlıdır.  Akut rumen asidozis’inin klinik olarak hafif, orta ve şiddetli formları söz konusudur.
  • Hafif form, birkaç gün süreli geçici iştahsızlık ve basit ön mide disfonksiyonu semptomlarıyla seyreder. Rumen hareketlerinde ve geviş getirmede azalma, süt miktarı ve süt yağ oranında düşüşler, gaitanın gri renkte ve yumuşak (hafif ishal) olduğu görülür. Genel durum hafif bozulur, vücut temparatürü normaldir.
  • Hastalığın bu formu daha çok subklinik ve kronik seyreder. Bu nedenle yetişkin ruminantlar ve besi hayvanlarında canlı ağırlık artışı durur ve zayıflarlar. Yaşama şansı az buzağı ve kuzu doğumları ve abort gözlenir, asetonemi ve tetani ile seyreden hastalıklarda artış,  hafif topallık semptomları ve genellikle CCN ortaya çıkar.
  • Orta derecedeki form da semptomlar yem alımından 12 – 24 saat sonra ortaya çıkar. Hayvanlar aniden yemden kesilir ve su içmezler. Süt verimi şeddetli azalır veya tamamen durur. Hastalarda huzursuzluk, boş çiğneme haraketleri, diş gıcırdatma, inleme, kas titremeleri, bazen sancı semptomları görülür. Kısa süre içerisinde  apati gözlenir. Hayvanlarda durgunluk, uyuşukluk, çevre ile ilgisizlik, devamlı yatma arzusu görülür. Çoğu hayvanlar yatar, kalkamazlar.
  • Vücut sıcaklığı çoğu olaylarda başlangıçta normal, daha sonra normalin altındadır. Merme kuru, konjunktivalar kirli-hiperemiktir. Hastalığın başlangıcında solunum frekansı yükselir, daha sonra bradypnoe ve dispne görülür. Kalp ve dolaşım sisteminde taşikardi (90-100/dak), aritmi, ekstrasistol görülebilir, nabız düzensiz ve zayıftır, bazen hissedilmez.  Dehidrasyon semptomları belirgin olarak (enoftalmi, deri elastikiyeti kaybı, hematokrit değer artışı, oliguri veya anuri dikkati çeker, idrarın dansitesi artmıştır) ortaya çıkar. Hastalığın ikinci gününde gaita yumuşar, yapışkan kıvamda, keskin kokulu ve köpüklüdür, içerisinde sindirilmemiş taneler bulunur (iyeleşme şansı yüksek).
  • Kısa bir süre sonra ishal başlar. Ancak rumen hareketlerinin tamamen durması nedeniyle ishal birkaç saat içerisinde kesilir.
  • Karın hacmi artmış ve ventrale sarkmıştır (rumen sıvı ile dolu olduğu ve büyüdüğü için). Rektal yoldan veya açlık çukurluğundan yapılan rumen palpasyonunda içeriğin  kıvamının önceleri sert veya humurumsu olduğu, sonraları ise bulamaç kıvamında olduğu farkedilir. Rumen hareketleri iyice durmuştur. Bazen  akut primer timpani (özellikle yemden sonra bol su içmişse) görülür. Hastalar tedavi edilmezse 24-72 saat içerisinde ölür.
  • Şiddetli olaylarda yem alımından 6 – 12 saat sonra belirgin semptomlar oluşur. Süt verimi tamamen durur. Hastalarda şiddetli ishal ( hemorajik olabilir),  intoksikasyon (SSS bozuklukları) ve dehidrasyon belirtileriyle 12 saat sonra yatalak olur ve koma tablosu gözlenir. İleri derecede kalp – dolaşım yetmezliği (kalp frekansı çok artmış, sistolik ve diastolik sesler ayırtedilemez, nabız zayıf ve güçlükle hissedilir, bazen hissedilmez) bulunur. Vücut temparatürü genellikle subnormaldir. Hastalar tedavi edilmezse 12 – 24 saat sonra ölür.

 Rumen Asidozisinin Komplikasyonları:

  1. Laminitis: Laminitis oluşumundan çoğu kez başlangıçta artan histamin sentezi sorumludur. Son yapılan eksperimental çalışmaların sonuçlarına göre rumende oluşan histamin karaciğer tarafından hızla metabolize edilir ve inaktif formlara çevrilir. Laminitis’in patogenezi konusunda hala tam belirginlik yoktur.
  2. Ruminitis ve karaciğer apseleri oluşumu: Biyoşimik yapısı değişmiş olan rumen içeriği rumen mukozasını irkilterek önce hiperemi ve ödem, sonraları ise ülserler oluşturur. Abomasum ve bağırsaklara geçen içerik buralarda da yangıya neden olur. Ruminitiste, özellikle normalde rumen içeriğinde bulunan fusobakteriler V. porta yoluyla karaciğere ulaşır ve burada apse oluşumuna neden olurlar. Burada da patogenez henüz belirgin olarak açıklanamamıştır. Zira rumen mukozasında çok sayıda alterasyon bulunduğu halde karaciğer apseleri saptanmamıştır. Burada rumen pH’sı ve rumen içeriğinin yapısının (öğütülmüş ve peletlenmiş yem maddeleri) özel patogenetik önemi vardır. Ruminitiste şiddetli rezorbe olan bakteriyel toksinler fagositoze olur, ancak bu arada artarak oluşan mediatörler (histamin, serotonin) hastalığın oluşumunu önemli ölçüde etkiler.
  3. Abomasoenteritis,
  4. CCN,
  5. Mastitislerin sık ortaya çıkması: Akut rumen asidozu, sütte hücre miktarını artırır ve akut mastitis oluşumunu teşvik eder. Pratikte büyük işletmelerde görülen yavru atmalar kanda toksik maddelerin artışına bağlıdır.
  6. Kalp kası, karaciğer ve böbreklerde parankimatöz dejenerasyonlar bulunur,
  7. Bazı olaylarda abort görülür.

 Nekahat devresi:

   Zamanında ve uygun tedaviden sonra hastaların tamamen iyileşmesi  orta derecedeki olaylarda  yaklaşık 1 hafta, ağır formlarda 14 gün sürer. Asıl süt verimine tedricen (14 – 18 günde) ulaşır veya ulaşamayabilir. Bazen hayvanlarda kronik sindirim bozuklukları görülür.

 Tanı ve Ayırıcı Tanı:

  • Anamnez, klinik semptomlar, rumen içeriği, kan, idrar ve gaita muayene bulgularına göre teşhis konur. Rumen içeriği çok sulu, sütlü – gri renkte (kirli beyaz, boza görünümünde) ve keskin asit kokusundadır, pH 6’nın altında bulunur, total asidite artmıştır. Flotasyon çok yavaş olur ve sedimentayon hiç şekillenmez. Mikrobiyel aktivite azalmıştır (Uçucu yağ asitleri konsantrasyonu çok az, < 40 mmol uçucu yağ asidi / L rumen içeriği), bunun aksine laktik asit konsantrasyonu yükselmiştir (> 200 mg / 100 ml = 22.2 mmol / L, 330 mmol / L’ye kadar).
  • Mikroskopik muayenede infusoriaların tamamen yok olduğu, mikrofloranın sadece gram pozitif koklar ve çubuklardan ibaret olduğu görülür.
  • Kandaki asit – baz durumu, ağır ve orta şiddetteki formlarda dekompanze metabolik asidoz tablosunu gösterir (pH değeri ve alkali rezervi azalır). Hastalığın başlangıcında paradoksal alkaloz da ortaya çıkabilir (aşırı kompensation reaksiyonu). Laktat ve pyruvat konsantrasyonu artar. Hematokrit değer yükselir, N ve üre konsantrasyonu artar.
  • İdrarın pH’sı asit (< 6), renal net asit – baz ifrazı belirgin şekilde negativ (– 50’den, – 250 mmol / L’ye kadar)’tir. Oliguri görülür. Bilhassa koyunlarda sürü teşhisinde idrarın pH değerinden (6.5 – 5.9’a kadar) yararlanılır.
  • Ölen hayvanlarda rumen asidozisinin tanısı postmortem 5. güne kadar rumen içeriği muayeneleriyle konur. Rumen içeriği örneklerinin farklı yerlerden alınması ve karışık örneğin kullanılmasına dikkat edilmelidir. Muayenelerde rumen içeriğinin pH değeri, laktat konsatrasyonu, total asidite ve rumen mukozasının (ruminitis) durumu kontrol edilir.
  • Ayırıcı tanı açısından; basit ve bazik ön mide disfonksiyonları, sancı semptomu ile seyreden hastalıklar ve diğer nedenlere bağlı intoksikasyonlar, ayrıca doğum sonrası yerde yatan hayvanlarda bilhassa hipokalsemik doğum felci ile puerperal karaciğer koması dikkate alınmalıdır. Koyunlarda klostridial enfeksiyonlar, zehirlenmeler, rumen alkalozu, akut primer timpani dikkate alınır.

 Prognoz:

   Hafif ve orta derecedeki formlarda erken tedavi yapıldığında iyileşme açısından prognoz iyidir. Ağır formların prognozunda dikkatli olmak gerekir. İskelet kaslarında tonusun azalarak hayvanın ayakta duramayacak hale gelmesi, şiddetli dehidrasyon, bitkinlik ve özellikle nabız frekansının 100’ün üzerine çıkması prognozun kötüleştiğini gösterir. İlk tedaviden 12 saat sonra düzelme belirtisi göstermeyen, yatalak hastaların kesilmesi önerilir. Koma halindekiler de ümitsizdir.

 Sağaltım:

  • Belirtiler görüldüğü andan itibaren en yakın veteriner hekiminize danışınız!
  • Akut rumen asidozu kausal ve semptomatik tedaviyi gerektirir.
  • Laktik asit fermantasyonun sınırlandırılması ve rumen içeriğinin nötralizasyonu yanında, sıvı elektrolit dengesinin yeniden normal hale getirilmesi, asit – baz dengesinin sağlanması, ön mide ve bağırsak hareketlerinin normal duruma getirilmesi, kalp – dolaşım sisteminin desteklenmesi ve karaciğerin korunması ön planda bulunur.
  • Ağır olaylarda rumenotomi ultima ratio (son çare) olarak görülür. Yeni olgularda ve rumenin sert gıdalarla dolu olduğunda ve de hayvan ayakta olduğu sürece rumenotomi yapılarak rumen boşaltılır, 2 – 3 kova ılık suyla birkaç kez yıkanan rumen içine 5 – 10 litre taze rumen içeriği, 1 kg kıyılmış kuru ot, 100 gr iz element karışımı verilerek rumen kapatılır. Fakat olayların çoğunda hayvanlar geç dönemde muayeneye getirildiği için, rumen mukozası yangılanmış ve sıvı elektrolit denge iyice bozulmuş haldedir. Bu durumdaki hastalardan operasyon ile olumlu sonuç almak oldukça güçtür ve hatta bazen sakıncalıdır.
  • Sürü halindeki olaylarda, özellikle de koyunlarda operasyon yapma imkanı olmayabilir. Böylesi durumlarda rumenin boşaltılması sondalar aracılığı ile gerçekleştirilir. Bu amaçla geniş çaplı, bilhassa vakumlu sondalar kullanılır. Bu sondalar aracılığıyla rumen içerisine her defasında 10 – 20 litre ılık su verilip, sifonaj yapılarak tekrar geri boşaltılır (mide lavajı). Bu işlem rumen içeriği berraklaşıncaya kadar birkaç kez uygulanır.
  • Bir miktar sodyum sülfat veya mağnezyum sülfat solusyonu ( %10-20’lik solusyon halinde 0.6 gr Na2So4 veya MgSO4 / kg canlı ağırlığa) ile sindirim kanalının yıkanması toksik maddelerin uzaklaştırılması açısından faydalı olur.
  • Bozuk rumen içeriği uzaklaştırıldıktan sonra rumen içeriğinin nötralizasyonu için çeşitli tampon maddeler (antiasitler ) p.o.  verilir:
    • CaCo3, 1. ve 2. günde birer kg, daha sonraki 3 günde 200 – 300’er gr,

    • NaHCO3, 300 – 400 gr (dikkat tympani yapabilir). Koyunlara NaHCO3 yalnız veya 2 kısım NaHCO3 + 1 kısım MgO karışımı 20 – 30 gr birkaç gün verilebilir.

    • MgO, 100 – 300 gr.

    • Bentonit, 150 – 200 gr verilir.

    • Hazır preparatlar (Ör. Magnesie calcine gibi tariflerine göre) rumen içeriği pH’sı normalleşinceye kadar 24 saatte bir verilir.

  • Koyunlarda toplu tedavi zorunluluğunda içme isteği olan hayvanlara içme suyuna katılarak bir aplikasyon denenebilir.

  • Aşırı laktik asit fermantasyonunu önlemek için 5 – 8 gr tetrasiklin veya 5 – 10 milyon İ.Ü penisilin (genç hayvanlarda ve koyunlarda yarı doz) oral olarak verilir. Laktik asit metabolizmasını düzenlemek için yine oral yolla bira mayası veya ekmek mayası (0,5 kg) verilir (tiamin yetersizliğini önler). Antibiyotik verilmesinden sonra 2 – 5 lt taze rumen sıvısı (koyunlara 0,2 – 0,5 lt, sağlıklı sığırlardan alınan rumen sıvısı da verilebilir) içirilir. Taze rumen içeriği temin edilemezse rumen stimulanları (Ör. vetarumex) verilebilir.

  • Ayrıca rumen mukozasını korumak için keten tohumu maserasyonu ve toksik maddelerin fikzasyonu ve sindirim kanalından uzaklaştırılması amacıyla 100 gr humin asit, 500 gr karbomedisinalis, 500 gr bentonit burun meri sondasıyla verilir.

  • Rumen asidozu tedavisinde hayat kurtarma açısından en önemli nokta, kanda ve bütün vücut sıvılarında asit baz dengesini yeniden sağlayabilmek ve şekillenmiş bulunan  dehidrasyonu düzeltmektir.

  • Metabolik asidozisin düzeltilmesi için en uygun metot hipertonik sodyum bikarbonat solusyonu (% 5 – 8,4’lük NaHCO3 yavaş i.v.) infüzyonudur.

  • Ancak bu yolla kan pH değeri sadece 7.25’e kadar düzeltilmelidir. Zira normal değerlere kadar yapılacak nötralizasyon, organizmanın özel sistemlerini uyaracağından hedefi aşan nötralizasyon ilave tehlikelere neden olur. Ayrıca tüm rehidrasyon solüsyonları da nötralizasyonu destekler. Asit – baz dengesinin laboratuar sonuçları varsa (kan gazları analizatöründen faydalanılır)  verilecek bikarbonat miktarı aşağıdaki şekilde hesaplanır:

    • Gerekli bikarbonat (mmol) = Baz açığı x 0,3 x kg canlı ağırlık

    • Baz açığı = 24 – Plazma bikarbonat konsantrasyonu

  • Gerekli bikarbonat miktarının hesaplanması mümkün değilse, 0,1 – 0.2 gr / kg canlı ağırlığa sodyum bikarbonat hesaplanarak yaklaşık % 25 – 30’u hipetonik (% 5 – 8.4’lük) solüsyon halinde, geri kalanı sonra izotonik (% 1.35’lik) solüsyon halinde verilir. Ancak titremeler başladığında infüzyona son verilir, izotonik serum fizyolojik uygulamasına geçilir.

  • Aynı amaçla NaHCO3 solüsyonunun (%8,4’lük) intraabdominal infüzyonu veya Na2HPO4’un intravenöz infüzyonu da yapılabilir. Yine bikarbonat prekürsörleri de (Ör.; ringer solusyonu) kullanılabilir.

  • İzotonik veya hipotonik solüsyonlarla rehidrasyonun sağlanması için:

    • Fizyolojik NaCl solüsyonu (sığırlara  2 – 4 lt, yavaş i.v. veya i.p., koyunlara 0.5 – 1 lt yavaş i.v.)

    • İzotonik dengeli elektrolit solüsyonlar (sığırlara 1 – 4 lt yavaş i.v, koyunlara 0.2 – 0.4 lt yavaş i.v)

    • Tüm solüsyonlar; sürekli damla infüzyonu yoluyla, daha çok depo için yarısı s.c. ve hafif dolaşım yetersizliğinde i.p. olarak ta verilebilir.

  • Kalp ve dolaşım sisteminin stabilizasyonu için;

    • Sığırlara 1.5 – 2 mg g – Strophanthin, 500 – 1000 ml % 20’lik glikoz solüsyonu içerisinde yavaş i.v., koyunlara 0.25 – 0.5 mg g – Strophanthin, 250 – 300 ml % 20’lik glikoz solüsyonunda yavaş i.v. verilir.

  • Karaciğeri korumak için;

    • %20-50’lik glikoz solusyonu içerisinde methionin ( sığır 100–300 ml, koyun 25–50 ml damar içi.) methionin (sığırlara 100 – 300 ml, koyunlara 25 – 50 ml damar içi.), glikoz solusyonu (sığırlara % 20  - 50’lik solusyondan 500 – 1000 ml, koyunlara % 20 – 50’lik solusyondan 100 – 250 ml damar içi.), lizin ( % 20’lik solusyondan 100 – 400 ml i.v, i.m.), albumin (%50’lik solusyondan 100 – 200 ml damar içi, kas içi.) uygulanır.

  • Gerektiğinde tüm tedaviler tekrarlanır.

  • Diğer destekleyici tedaviler olarak, rumen asidozu sonucu oluşabilecek CCN’u önlemek ve rumen kontraksiyonlarını düzenlemek için  vitamin B1 (4 – 8 mg / kg canlı ağırlak), vitamin B – kompleks (5 – 20 ml), kalsiyum (Ca / P metabolizması bozulduğundan kandaki iyonize kalsiyum miktarında bir azalma olacağından kas tonusunun artırılması ve oluşabilecek hipokalsemiyi önlemek açısından Ca’un parenteral uygulanması faydalıdır.), topallık görüldüğünde antihistaminikler (alerji önleyici veya iltihabı durdurucu etkisi vardır) kas içi önerilir.

  • Sürgütlerin kullanılması tartışmalıdır. İshal başlamış ise sürgüt kullanmaya gerek yoktur. Tuzlu sürgütler dehidrasyonu artırdığından kullanılmaz, antrakinon sürgütler kullanılır (Ör.; istizin, sürsil).

  • Koyunlarda, hastalık semptomları ahır dışında ortaya çıkarsa hayvanlar hareket ettirilir veya ahıra alınmazlar. Hayvanların gezdirilerek yürütülmesi bağırsak hareketlerini artıracağından ön mide içeriğinin bağırsaklara geçişi ve bozulmuş içeriğin biran önce dışarı atılması sağlanmış olunur.

  • Hayvanlara ilk gün hiçbir şey yedirilmemelidir. Ertesi gün rumen haraketlerine etkili kaba lifli (Ör.; iyi kalitede kuru ot, saman) yemlerin verilmesi önerilir. Birkaç gün süreyle adlibitum su (Hayvanın riskli yemleri yemesinden sonraki ilk saatlerde suyu kısıtlamak, fermantasyonun hızını yavaşlatmak için uygun olur. Ancak yemin yenmesinden 18 saat sonra suyun serbest bırakılmasının faydası vardır. Hafif derecede hasta olanlar bol su içerler. Ağır hastalar şiddetli dehidrasyona rağmen su içmek istemezler. Koyunların suyu alamadığı olaylarda sondayla verilmelidir.) ve kuru ot, ayrıca protein konsantratı verilir. Kolay hazmolabilir karbonhidratların verilmesine tamamen iyileşmeden sonra yavaş yavaş başlanır.

 Korunma:

   Yeni bir rasyona geçiş tedricen olmalı, karbonhidratça zengin ve az kaba lifli rasyona ani geçişten sakınılmalıdır, böyle bir rasyona 10 – 14 günde geçilmelidir (özellikle şeker pancarı, tane yeme geçişe, süt ineklerinde doğumdan sonra, yine bir açlık periyodundan sonra intensiv yemlemeye geçişte dikkatli olmak lazım).

 

   Rasyon dengeli olmalıdır. Rasyonda kaba lifler ve konsantre yemin geviş getirenler için uygun oranlarda bulunmasına dikkat edilir. Özellikle rumen hareketlerine etkili kaba liflerin rasyonun kuru maddesinin yaklaşık % 12 – 15’i kadar olması gerekir. Rasyonlara asiditeyi önleyecek tampon maddelerin ilavesi (Ör.; bentonit, kuru madde miktarının % 2 – 3’ü kadar, NaHCO3  4gr / 10 kg canlı ağırlık ve gün) yararlı olmaktadır.

                            KUDUZ

               

Hayvanlardan insanlara geçen hastalıklardan , en tehlikelisi olan kuduz; bütün sıcakkanlı hayvanlarda ve insanlarda görülen, şuur kaybı, huzursuzluk, sudan korkma ve felçlere neden olan, akut seyirli, öldürücü, viral bir hastalıktır.

HANGİ CANLILARDA GÖRÜLÜR ?

İnsan, köpek, kedi,koyun, keçi, sığır, at gibi evcil hayvanlar ile kurt, tilki, çakal gibi vahşi hayvanlarda sıkça görülür. Fare, sıçan, sincap, gelincik gibi kemiricilerde bu hastalığa yakalanırlar.


NASIL BULAŞIR ?

Hastalık, kuduz virüsü tarafından meydana getirilir. Virüsün vücuda girmesi için kuduz bir hayvanın ısırması, tırmalaması yada salyasının yaraya bulaşması gerekir. Virüs sağlam deriden giremez. Isırık yarasından vücuda girerken virüs, o bölgede 3 - 4 gün bekleme devresi geçirir. Bu dönem içerisinde çoğalır ve sinir uçlarına yerleşir. Sinirler boyunca ilerleyerek beyne gelir. Yerleşir ve çoğalır. Beyinde çoğalan virüsler tekrar sinir yoluyla tükrük bezlerine gelerek salyaya geçer. Böylece salyada bol miktarda virüs bulunur. Bu hayvan, diğer bir hayvanı ısırdığı zaman hastalığı bulaştırmış olur.
Isırılmanın olduğu günden, hastalık belirtilerinin görülmesine kadar geçen süreye ( hastalığın kuluçka devri ) denir. Kuluçka devri hayvannın türüne, ısırılma yerinin beyne olan uzaklığına, yaranın durumuna ve yaraya yapılan tıbbi müdahaleye göre değişir. Isırılan bölge beyne ne kadar yakın ise hastalık o kadar kısa zamanda meydana gelir. Baş ve boyun bölgesinden olan ısırmalar, kol ve bacak bölgesindeki ısırılmalardan daha tehlikelidir. Virüs ısırık yarasından beyne doğru, saatle 3 mm yol alır.

Doğal enfeksiyonlarda inkübasyon süresi 10 - 209 Gün arasında değişir. Ortalama 14 - 60 Gün kadardır. Kesin olmamakla beraber; Köpeklerde ilk klinik belirtilerin görülmesinden 5 gün önce salyada kuduz virüsü görülmeye başlar. Kuduz hayvanların ısırdıkları insan ve hayvanların kuduza yakalanma oranları başa yakın olarak ısırık vakalarında % 80, uzak yerlerde olan ısırmalarda %40, yalama, tırmalama ve gagalama hallerinde % 5 kadardır.

KUDUZ HASTALIĞININ SEYRİ :

Bütün hayvan türlerinde aynı olmasına rağmen bazı ufak farklılık bulunur.Genel olarak tüm hayvanlar hastalık süresince devre,saldırgan devre ve felç devresi olmak üzere 3 devre geçirirler.



KÖPEKLER de
Hastalığın bu 3 devresinde görülür.Kuluçka süresi ortalama 20-60 gün,ısırılan bölgeye bağlı olarak en az 10,en çok 180 gün kadar olabilir.Sakin devre de köpeklerin ani olarak huyu değişir.Sahiplerini tanımaz,çağırılınca gelmez, ışıktan korkar, karanlık yerlere saklanırlar ve ısırmak isterler. Hayvanın refleksleri artar, sese karşı duyarlılıkları artmıştır. Bu devre 12 - 72 saat kadar sürer. Saldırgan devrede huzursuzluk ve sinirlilik iyice artmıştır. Hafif ses ve ışık karşısında aniden uyarılır ve heyecanlanır. Işığa karşı korku belirtisi gösterir. Işığa bakamaz (fotofobi). Hayvan bir yerde duramaz, sağa - sola saldırır. Evden kaçar, rasgele yerlere giderek dolaşır. Bazen kilometrelerce uzaklara gider. Dolaşma sırasında devamlı saldırgan durumdadır. Önüne çıkan insan ve hayvanlara saldırır, başından ısırır, korkmaz fakat kaçanın arkasından kovalamaz, yine yoluna devam eder. Çoğunlukla yiyecek özelliği olmayan taş, toprak, ağaç parçası, dışkı vs.... gibi maddeleri yer. Sert cisimleri ısırırken dişleri ve çene kemiği kırılabilir. Hayali cisimler görerek havayı ısırır gibi yapar. Kalın ve boğuk bir sesle havlar. Havlama tipik uluma şekline döner. Gözler kalın ve şaşıdır. Salyasını tutamadığı için ağzından bolca salya akar. Solunum derinleşmiş ve hızlanmıştır. Cinsel istek artmıştır. Bu devre 3 - 7 gün devam eder. Eğer hayvan ölmezse felç devresi başlar. Bu devrede hayvan genelde sakin kalmak ister, rahatsız edilmedikçe ısırmaz. Felç arka ayaklardan başlayarak bütün vücuda yayılır. Ağızdaki felç nedeniyle alt çene düşer ve ağız açıktır. Dilin felcinden dolayı dil gevşemiş ve ağzın bir tarafından dışarı sarkmıştır. Ağızdan köpüklü, kanlı salya gelir. Bu salyada bol miktarda virüs vardır ve etrafa yayılmasıyla hastalık yayılmış olur. Felç nedeni ile hayvan su içemez ve yemek yiyemez. Dolayısıyla yemeğe ve suya karşı bir hırs duyar. Bu durum halk arasında sudan korkma (hydrofobi) olarak yorumlanır. Felçler nedeniyle beslenmeyen hayvan gittikçe zayıflar ve 2 - 4 gün içinde ölür.



Kedi lerdeki kuduz belirtileri köpeklerinkine benzer. Hastalığın başlangıcında kediler kuytu bir yere saklanır ve hayvanlara, özelliklede köpeklere saldırırlar. İnsanların yüzlerine sıçrar ve derin yaralar açarlar. Bu yaraların beyne yakın olması nedeniyle oldukça risk oluşturur. Hastalık belirtilerinin görülmesinden 2 - 4 gün sonra felç meydana gelir.



Sığır larda kuduz belirtileri çok belirgin değildir. Böğürme, durgunluk, halsizlik, ani süt kesilmesi görülür. Şiddetli sancı vardır. Yutak felci nedeniyle su içemez, yemini ağzına alır fakat yutamaz, başını duvarlara vurur. Felç başladıktan 3-6 gün içinde hayvan ölür.



Koyun ve keçilerde kuduz : Diğer hayvanların aksine ısırma, isteği göstermezler, huzursuzluk, gözlerde kızarma, tos vurma gibi belirtiler gösterir. Felç başladıktan sonra koyunlar 3 - 5 gün, keçiler ise 8 - 10 günde ölürler.



Koruma ve mücadele : Isırılan bölge kanatılmalı ılık ve bol sabunlu su ile yıkanmalıdır.

Kuduz virüsü dış ortamlara oldukça dayanıklıdır.

58 derecede yarım saat
80 derecede 2 dakika
kokuşmuş kadavrada 15 gün
ışıkta 15 gün
Salyada 1 gün
Toprakta (0-8 derecede) 2-3 ayda Enfeksiyon yeteneğini kaybeder. 


 



8748 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

KANATLI HAYVAN YETİŞTİRİCİLİĞİ - 11/09/2012
KÜMES HAYVANLARININ BAKIMI
YEŞİL ENERJİ BİOGAZ - 28/03/2012
BİO GAZ ÜRETİMİ
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam135
Toplam Ziyaret542914
Hava Durumu
Saat
Takvim
Site Haritası
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.663034.8019
Euro36.413536.5594